Akademik çalışma ortamı garip bir alem, her yerin olduğu gibi buranın da kendine göre kuralları, bir düzeni var. Genellikle 20li yaşlarının ortasında giriyorsun bu dünyaya. Halen daha toysun. Çoğunluk için hayatı çok da bilmediği bir dönem, özellikle iş tecrübesi olmadıysa hiç, böyle esnaf bir aileden vs. gelmediyse öğrenci kafasıyla gidiyorsun.
Şimdi ikinci olarak bu ortamın garipliği şuradan geliyor, öğrencinin pratikte hiçbir söz söyleme hakkı yok, ama bütün güç hocalarda. Hocaların böyle kutsala yakın bir değeri var. Biz onlara, sayın hocam, tabii hocam, size uygunsa hocam diye hitap ediyoruz ve bir anlamda peşinden koşuyoruz ama Batıda da hitap dışında çok farklı değil. PhDcomics.com karikatürlerine bakın, aynı sıkıntıları onlar da yaşıyor.
Evet, bütün yetki hocalarda, tamamen onun insafına kalmışsınız, keyfine nasıl gelirse öyle. Siz ustaya parasını peşin verip iş bekleyen bir insan durumundasınız. Esasında işi yapan da sizsiniz, ama onun da bir el atması lazım, bekle ki atacak.
Hocaların insiyatifine kalmak aslında daha üniversitede öğrenciyken gelen bir alışkanlık. Geçmekle kalmak hocanın iki dudağının arasında. Ve sen öğrenci olarak üniversiteyi kazanmışsın, hele birkaç sene de ilerlemişsen kaybedeceğin onca emeğin var, bir şekilde bunu bitirmek durumundasın. Korkuyorsun aynı zamanda hoca denilen kişiden. Hocalar da kendilerini her şeye kadir görüyor. İsterse geçirir, isterse bırakır. Sonra aynı kafayla akademik hayata başlıyorsun.
Bu ortamın garipliği işte bu dengesiz güç dağılımından kaynaklanıyor. En aklı başında adamı bile arada bir dengelemek gerekir, çok şu tarafa gittin, gel buraya gibisinden. Yoksa bakıyorsun ne oluyor, hoca iyidir, hastır; ama senin işin onu zorlamıyor ki seninle uğraşsın, vaktini, enerjisini başka şeylere harcıyor. Arada size gaz verir, arada gazınızı alır, arada iş verir oyalamak için. Kadının bunalımı tutar. Erkek sizle dalga geçer. Sizin epey uğraşmanız gerekir, bu sınırlar içinde kendini ezdirmemeyi öğrenirsin.
Böyle bir dünya, ama dediğim gibi her işin bir zorluğu var ve akademisyenlik de iyidir.
Şimdi ikinci olarak bu ortamın garipliği şuradan geliyor, öğrencinin pratikte hiçbir söz söyleme hakkı yok, ama bütün güç hocalarda. Hocaların böyle kutsala yakın bir değeri var. Biz onlara, sayın hocam, tabii hocam, size uygunsa hocam diye hitap ediyoruz ve bir anlamda peşinden koşuyoruz ama Batıda da hitap dışında çok farklı değil. PhDcomics.com karikatürlerine bakın, aynı sıkıntıları onlar da yaşıyor.
Evet, bütün yetki hocalarda, tamamen onun insafına kalmışsınız, keyfine nasıl gelirse öyle. Siz ustaya parasını peşin verip iş bekleyen bir insan durumundasınız. Esasında işi yapan da sizsiniz, ama onun da bir el atması lazım, bekle ki atacak.
Hocaların insiyatifine kalmak aslında daha üniversitede öğrenciyken gelen bir alışkanlık. Geçmekle kalmak hocanın iki dudağının arasında. Ve sen öğrenci olarak üniversiteyi kazanmışsın, hele birkaç sene de ilerlemişsen kaybedeceğin onca emeğin var, bir şekilde bunu bitirmek durumundasın. Korkuyorsun aynı zamanda hoca denilen kişiden. Hocalar da kendilerini her şeye kadir görüyor. İsterse geçirir, isterse bırakır. Sonra aynı kafayla akademik hayata başlıyorsun.
Bu ortamın garipliği işte bu dengesiz güç dağılımından kaynaklanıyor. En aklı başında adamı bile arada bir dengelemek gerekir, çok şu tarafa gittin, gel buraya gibisinden. Yoksa bakıyorsun ne oluyor, hoca iyidir, hastır; ama senin işin onu zorlamıyor ki seninle uğraşsın, vaktini, enerjisini başka şeylere harcıyor. Arada size gaz verir, arada gazınızı alır, arada iş verir oyalamak için. Kadının bunalımı tutar. Erkek sizle dalga geçer. Sizin epey uğraşmanız gerekir, bu sınırlar içinde kendini ezdirmemeyi öğrenirsin.
Böyle bir dünya, ama dediğim gibi her işin bir zorluğu var ve akademisyenlik de iyidir.